Aşk En Büyük Yalnızlık

Evet. Aşk
Bu ilk Merhabamızda biraz zülfü yâre dokunup Aşk’a vasıl olduk. Eminim ki Muhterem Editör buna Şükür diyordur…
Aşk; hayatımızda büyük işgaliyesi olan bir hal-i şahane.
Hatta o kadar ki hakkında
“aşk bir sudur……..”
“aşk bir vişne……..”
“aşk bir havuzdur aptallar girer ama beni ittiler”
“aşkın ilk nefesi aklın son nefesidir” v.b. sözler dahi söylemişiz.
Aşk, hayatın ağır mücadelelerinin arasında kalmayı kabullenmiyor ve hayatımızdaki aslan payını, olmazsa olmaz konumunu almaya niyetli davranıyor.
Aşkımız uğrunda bize deli denilecek hareketlerde bulunmaktan bıkmıyor ve Aşk’ın isteklerini yerine getirirken bunlardan gocunmuyoruz. Yılgınlık, bıkkınlık, adam sendecilik semtimize uğramıyor.
Mevzuu aşk olur da şair ve yazar kısmından hüküm almamak olur mu hiç? Tabii ki olmaz.
Tanpınar; o roman olduğu halde romandan çok bir hayat kitabına benzeyen nadide eseri Nuran ve Mümtaz’ın Huzur’unda “Bir kadını olmak, bir kadın tarafından sevilmek o kadar tabii bir şeydi. Kendisinden yüz binlerce sene evvel başlayan bir tecrübe idi. Fakat ölüm gibi hastalık gibi, ancak şahsımızda duyduğumuz zaman tamamlanan bir tecrübe… Belki böyle olduğu için bizi kendi içimizde etrafımızdan ayırıyordu.” (S.34) diyor.
Eeeeee. Tanpınar böyle derde biz bundan gereken özeti çıkarmazmıyız hiç. Evet, aşk yani eski adıyla “Muaşaka” kalabalıklar içinde yalnızlık halinin formülü…
O halde aşk için “En Büyük Yalnızlık” tabiri yerindedir.
Sevmek sevilene yapılan en güzel duadır buyurmuşlar. Yalnızken daha doğrusu sen ve “O” varken samimane taleplerin kabul-u karin olur ümidindeyiz.
Yaşayanların da pek âlâ bildiği gibi aşkta sıklıkla şu hal cereyan eder. Güneş doğar ama nedense ışık gelmez. Zaman geçer ama saatler, takvimler ayarsızdır adeta ve geçmek bilmezler. Aşk, insanın aczini ve söz geçirememe halini en iyi idrak ettiği zaman olur.
Diğer bir tabirle aşk bir bedende iki ruhun yaşamasıdır. Eğer tabir caizse bu, bünyede şişmeye veya genişlemelere sebebiyet verir. Yani âşık insan başkalaşır bir bünyede iki ruh taşır. Adeta bir anda bambaşka biri oluverir.
Fakire müracaat edilse ve denilse ki “azizim biz kadirşinas kaarilerinize aşk denilen, ismi malum fekat mahiyeti meçhul vaziyeti izah buyursanız felan”
O vakit deriz ki;
“Bilin ey azizler sizler ki varlık sırrına vakıf kimselersiniz. Zaten pek ala bildiğinizi tekrar duymak istediniz teveccühü nas istenmez belki verilir misali fakire teveccüh buyurdunuz o vakit konuşmak zamanı geldi. Sizler hakka dilbeste olanların zaman ve mekânla mukayyed olmadığına ve onların bu tür ayak bağlarına takılmadıklarına aşinasınız. Yani ki sizler bast-ı zaman ve tayyi mekân nedir bilen kimseler şunu dahi bilin ki âşık insan aşkının nicelik ve nitelik ve keyfiyetine göre bu sınırlardan halas olabilir.”
Âşık dediysek sen, ben değil elbet. Aslında benzerlerimiz amma bir âdem diğerine ne kadar benzerse ve bir âdem diğerinden ne kadar farklıysa işte onlara o kadar benziyoruz. Elbette ortak noktalarımız var. Ama bizimkisi daha çok istidat benzerliği galiba. Olması muhtemel olduğu halde olduramadıklarımız bizi onlardan arıyor.