Nerdesin
Allah(c.c.) Âdem Aleyhiselam’ı ve Havva anamızı yarattı. Ve işledikleri bir meş’um fiil sebebiyle onları dünyaya, ayrı ayrı beldelere gönderdi ve ayrılık adına ilk tecrübe böylece başlamış oldu. Ayrılık Âdem için hem cennet’ten hem Havva’dan, hem de Cemalullah’tan ayrılıktı. Ve ihtimal ki Âdem’in ilk imtihanı ayrılıkla oldu.
Evet; aradan belki bin, belki binler, belki de milyonlarca yıl geçti. Gaybı ancak Allah bilebilir. Ancak bizim de bildiğimiz şudur ki. Ayrılık serencamı hiç durmadı. Ara vermedi. Her faninin başında, hep bir devrin veya dönemin baş aktörü olarak karşımıza çıktı.
Tarih sahasında savaşlar, kanla çizilen sınırlar ve bu sınırların ardında uzakta kalan sevgililer, oğullar, analar, canlar ve cananlar hep var ola geldi. Hatta her bağımsızlık veya her başarı(!) ayrılığa göğüs geren veya en azından göze alan insanların omuzlarında yükseldi. Hani bir sözde denildiği gibi “o da şehit olmak istiyordu. Ama bilmiyordu ki şehit olabilmek için önce gaziliğe göze almak gerekiyordu.”
Tarih bu kadar uzun olur da bu uzun tarihin tozlu yapraklarında meşhur ayrılıklar olmaz mı? Elbette olur ve var. ilk anda akla gelenler: Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre, Yusuf ile Züleyha, az daha unutuyorduk Mevzuya serlevha yaptığımız Âdem ile Havva. Ayrılık illaki her ikisi de hayatta olduğu halde kavuşamama halinde mi olur. Tabii ki hayır. Zaman geçer, dünya döner ama sen müştak olduğuna vasıl olamazsan işte o zaman ayrılıktan nasibin vardır denir. Bu şekilde hiç azalmayan ve dinmeyen özlemler de vardır. Bana en başta gelen örnek efendiler efendisinin Hazreti Hatice validemizden ayrılığı gelir.
O ne büyük hasrettir ki yıllar sonra bile onun arkadaşlarından birine hürmet ettiğini gören Hazreti Aişe bu ihtimamın nedenini sorunca “o Hatice’nin arkadaşıydı” buyurmuş ve ona olan özlem ve sevgisini zamana meydan okurcasına ortaya koymuştur. Sade bu mu elbet değil ya Hazreti Yakub’un yıllar süren Yusuf ayrılığı. Bu mevzuda Nazan Bekiroğlu ne güzel der: “çalınan da Yakub’undu çalanda Yakub’undu”. Sonra yine âlemin efendisinin Kâbe’den ayrılığı. Bunlar mukaddes ayrılıklar. Aynı kategoriye girmese de yine ayrılıklardan olanlar var: Misal Napolyon’un paradan ayrılığı veya Darwin’in ataları olan maymunlardan ayrılığı.J
Yok, hayır ben bunu demeyecektim. Evet, tamam hatırladım. Ayrılık kime zor ki. Gidene mi, yoksa bakide kalan bekleyene mi? Veya ben hangisindenim. Hangisi bana daha zor geliyor. Ben giden miyim, bekleyen mi? Ben terk eden miyim, terk edilen mi? Ben gitmekten yana mıyım, kalmaktan yana mı? Ve en müşkül sual belki de şu gitmek mi zor kalmak mı? Bir ayrılık mukadderken bile bu her zaman bir tercihten daha fazlası. Giden daha mı kararlı kalan daha mı pısırık veya daha mı korkak. Elbette değil. Ama sadece bir tercih ve seçim. Eğer gitmek tabiatına daha münasipse gider, kalmak daha sana göreyse kalırsın. Neden veya nasıl yaptığından belki daha çok ayrılığın devamında ve ayrılık müddetinde neler yaptığını şöyle bir düşün. Özledin içine attın, hiç olmamış gibi yaptın olmadı, yaşamaya çalıştın başaramadın, yok saymayı denedin çuvalladın, bunu bile bile yeni günleri intizar ettin beklediğin günler gelmedi, beklentiye girmeyeyim dedin tosladın. Her şarkı ondan bir iz taşıdı, rüyaların hep ona çıktı, sokaklar, caddeler, bulvarlar, evler, gökdelenler dar ve karanlıktı. Bilmediğin meçhullere yol aldın kayboldun ve o an yine ondan başkasını düşünemedin yalan mı onu hala sevdin ve onu özledin ve onu bekledin, hadi itiraf et zordur bilirim en azından haykırmasan bile en azından fısılda. NERDESİN?
Sevmek ayıp veya günah değil. Acizlik hiç değil. Özlemek, istemek, sevmek, muhtaç olmak, ona ittiba etmek utanılacak işler değil. Hem “aşk en büyük yalnızlık” olacak hem de ayrılık olmayacak yok öyle yağma. Aşkın bir diğer adı belki de bu; ayrılık. Hatta ayrılığın aşkı büyüttüğünü dahi iddia eden ve buna evet diyenler bile var. Karar senin ey aziz kaari.
Fakat sana bir sır vereyim. Ben hâlâ gittim mi yoksa bu kaderimi mi yaşıyorum. Yani terkedip gittiğimde kendimde miydim? Bilmiyorum………